19 Aralık 2007 Çarşamba
13 Kasım 2007 Salı
Yaz bitti. Mevsim Sonbahar...
Kuşlar güneye göçerken "bütçeler" de kuzeye uçtular. Pencereme kondular. Elimi kolumu bağladılar. Sular kesikti. Çalışamadım sevgili dostlar. Uzadı gitti yazamadığım her an. Fırsat ancak bugün bulundu. Özür üstüne özür. Arasına da gülümseme şeker tadında.18 Ekim 2007 Perşembe
Tahin Pekmez Günler
Çocukluğumuzda favori tatlımızdı tahin pekmez. Chokella'nın lüks olduğu günlerde, boynumuzda ekşi alıçlara en güzel alternatifti. Annemiz mucizevi bir biçimde ve şaşmaz oranlarla karıştırır acaip lezzetli birşey yapardı. Yemeye doyamazdık. Tabi verdiği enerji de cabası. O yaşta o kadar koşturmaya az bile gelirdi.Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için. 40 lı yıllarını sürenler için o dönem, terörle özdeş. Zira çoğu Üniversiteyi ya zar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa, parasızlığa ve kardeş kavgasına rağmen. Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı, sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası güzellikler bıraktı. O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor. Sahip olamadıkları oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları. Yedikleri dayakların inadına seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden yara kabugu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar. Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar, zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar, bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar. O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama onca imkana rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı saklambacı ve hatta uçurtma uçutmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları marketlerde hazır yapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma uçurmanın tadını bilmiyorlar. Okulun açılacağı haftanın öncesinde önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya ihtiyacı yok çünkü. Kağıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kağıt koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor. Hiç dut sirkelemediler, bembeyaz çarşaflara ve hiç incir ağacının ince dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine. Mutlular mı? Umarım öyleler. Peki çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı? Umarım... "
11 Ekim 2007 Perşembe
İyi bayramlar
8 Ekim 2007 Pazartesi
Neşeli bir ağaç çizelim mi?

26 Eylül 2007 Çarşamba
My name is Blunt. James Blunt...
Onu ilk kez çatıda, üzerinde sadece kot pantolonla "you are beautiful" derken tanıdık. Üstelik de kar yağarken. Beni en çok etkileyen, şarkının başında "My life is brilliant" demesi olmuştu nedense. Bu şarkıyla listelerde 1 numaraya yerleşen Blunt, 11 milyonluk bir satış rakamına da ulaştı.Müzik marketlerde...

18 Eylül 2007 Salı
Benim hala umudum var
Çok güzel günler bunlar. Hatta en iyileri bile diyebilirim. Pideler sıcak, kaymaklar tam sürmelik. Hurmalar yumuşacık, ağızda dağılıyor.3 Eylül 2007 Pazartesi
22 Ağustos 2007 Çarşamba
Mestan (1993 - ...)
Aramızdan ayrıldı belki, ama kalbimizden asla. Anılarımızdan ise kesinlikle mümkün değil. Benim sevip sevebileceğim tek kediydi belki de.
17 Ağustos 2007 Cuma
14 Ağustos 2007 Salı
Cashback (2007)-Zamana Güzellik Kat
Sesini duyamadığımız ama mimiklerinden çok fena bağırıp küfür ettiğini anladığımız bir kızın karşısında sessizce duran, kafasına fincan, abajur gibi çeşitli materyaller yediği halde cevap vermek isteyen ama veremeyen bir yapıya sahiptir ana karakterimiz Ben Willis (Sean Biggerstaff-Harry Potter'dan hatırlıyoruz). Ayrılık acısını kalbine gömmeye çalışan güzel sanatlar öğrencisi Ben uykusuzluk nöbetlerine çare olarak bir süpermarkette gece vardiyasında çalışmaya başlar. Birbirinden renkli mesai arkadaşları ile geçen hergün acısı biraz daha hafifler. Yine de haftalardır uyumamıştır. Böyle anlardan birinde zamanı durdurabildiğini hayal eder ve bu sayede özgürce hareket edebileceğini düşünmektedir.I'll protect you from the hooded claw
Keep the vampires from your door
Feels like fire
I'm so in love with you
Dreams are like angels
They keep bad at bay-bad at bay
Love is the light
Scaring darkness away-yeah
I'm so in love with you
Purge the soul
Make love your goal
The power of love
A force from above
Cleaning my soul
Flame on burn desire
Love with tongues of fire
Purge the soul
Make love your goal
I'll protect you from the hooded claw
Keep the vampires from your door
When the chips are down I'll be around
With my undying, death-defying
Love for you
Envy will hurt itself
Let yourself be beautiful
Sparkling love, flowers
And pearls and pretty girls
Love is like an energy
Rushin' rushin' inside of me
This time we go sublime
Lovers entwine-divine divine
Love is danger, love is pleasure
Love is pure-the only treasure
I'm so in love with you
Purge the soul
Make love your goal
The power of love
A force from above
Cleaning my soul
The power of love
A force from above
A sky-scraping dove
Flame on burn desire
Love with tongues of fire
Purge the soul
Make love your goal
I'll protect you from the hooded claw
Keep the vampires from your door
Diğeri ise, filmin finalinde zamanı Shannon ile durduran Ben'in havada asılı duran kar tanelerinin arasından geçip söylediği sözler:
Noktasına virgülüne dokunmadan, orijinal dilinde...
"Once upon a time, I wanted to know what love was. You just have to see that it's wrapped in beauty and hidden away in between the seconds of your life. If you don't stop for a minute, you might miss it. "
13 Ağustos 2007 Pazartesi
Beni bu sıcak havalar mahvetti...
Kendimi bir buz kalıbı gibi hissettiğim günler yaşıyorum. Nem oranı %76 (http://www.weather.com/ 'un yalancısıyım). Dışarıda geçirdiğim her an şıpır şıpır terlemek, nefes alamamak, iki adımda yorulmak başlıca şikayetlerim. Klimatize yaşama sıcak bakıyorum (lafın gelişi "sıcak")
1/ Taş Meclisi-Le Council de Pierre (2006): Senaryosu, Jean-Cristophe Grangé'ın kitabından uyarlanan filmde (gördüğümüz gibi kitap okumak şart değil nasıl olsa çekiyorlar filmini) Monica Belluci başrolde. Diğer oyuncular ise pek tanıdık değiller. Catherine Deneuve'in kötü kadın Suzan Avcı'yı canlandırması dışında tabi. Ne yazık ki daha önce izleme fırsatı bulduğum Kızıl Nehirler ve Kurtların Kardeşliği kadar etkilemedi beni. İzlenebilir ama şart da değil. Sabrı olanlar kitabını okusun diyorum.
2/ 28 Hafta Sonra-28 Weeks Later (2007): 2002 yılında izlediğimiz 28 Gün Sonra'nın devamı niteliğinde olan filmde oyuncular ilk filmdekinden farklı. İlk filmi yönetmiş olan Danny Boyle (Shallow Grave ve Trainspotting'den hatırlarsınız) devam filminde yerini Juan Carlos Fresnadillo'ya bırakmış (Intacto'yu da yönetmişti). Yine ilk filmdeki başarılı oyunculuğla dikkat çeken Cillian Murphy yerini (Breakfast on Pluto, Intermission'da da oynamıştı) bu filmde Robert Carlyle'a (Trainspotting'in unutulmaz Begbie'sine) bırakmış. Heyecan dozu yüksek. Son dakikasına kadar temposundan birşey kaybetmeyen bir film. Filmin müziklerini yapan John Murphy bu tempoyu sonuna kadar hissetmenizi sağlıyor. Karanlık odalarda ve sinemada izleme ihtimaliniz varsa kalp ilacınızı hazır tutun derim. İlk film gibi oldukça keyifli izledim.
3/ Mr. Brooks (2007): Bodyguard ve Robin Hood ile yaşıtım bayanların gönlüne taht kurmuş olan Kevin Costner ne yazık ki Waterworld filminin başarısızlığından sonra kaydadeğer bir filme imza atmamıştı (şahsi görüşüm). Ancak, Earl Brooks karakteriyle küllerinden doğmuşa benziyor. Filmin keyfini kaçırmamak için çok detaya girmek istemiyorum. Özetle, "Serin Kanlı Seri Katil" imajını bu kadar başarılı canlandırabilir bir oyuncu. Asıl hayatında "kutular hep aynı" diyerek bir kutu fabrikasının patronu olan Earl Brooks gözlüklerini çıkarttığı anda prensip sahibi bir seri katile dönüşüveriyor. Kurgusu ve senaryosu oldukça başarılı harmanlanmış bir film.
4/ Die Hard 4.0 (Live Free or Die Hard) - Zor Ölüm 4.0 (2007): Asabi Sevimli Polis kavramını bize tanıtan Zor Ölüm serisinin 4. filminde John McLane (Bruce Willis) 1988'de çekilen ilk filmden bu yana yaşlandı, saçları döküldü ama öfkesinden ve kural tanımaz tavırlarından pek de birşey kaybetmemişe benziyor. Kırıyor, döküyor, vuruyor, vuruluyor. Tabi ki gelişen teknolojiden de ziyadesiyle etkilenmişe benziyor. Serinin 2. filminde eşinin "Artık 1990'lardayız, teknolojiye ayak uydur" tavsiyesine faks cihazıyla samimiyet kurarak karşılık veren McLane bu filmde işi epey ileriye götürerek "download, hard disk, usb, internet" ile Amerika'yı terörize eden ekibe karşı başarılı bir mücadele veriyor. Bazı sahnelerinde " yok artık bu kadarını Kara Murat bile yapamazdı" dedirtse bile macera ve hareket severleri tatmin etmesine kesin gözüyle bakıyorum. Görsel efektlerse kesinlikle çok başarılı. Özellikle tünelde üzelerinden geçen arabanın yuvarlanma sahnesi tam bir bilgisayar mucizesi. Sonunda iyiler kazanıyor. McLane yine ambulansa binerek sahneden uzaklaşıyor.Kitap:
Ferhan Şensoy-Elveda SSK (2005): Ana karakter Şükrü'nün başından geçen komik ve rastlantısal olayları bir yol hikayesi haline getiren Şensoy okuduğum her kitabında olduğu gibi "bir solukta bitir beni" mesajını veriyor bu kitabında da. SSK primlerini ödemek yerine güneye gidip tatil yapmayı seçen Şükrü'nün yolculuğu Marmara'nın güneyine kadar ulaşabiliyor ne yazık ki. Zaten Bodrum'a filan gittiğini düşünemiyorum bile. Gidebilseydi kesin iki kitaplık daha malzeme çıkardı. Benim gibi "kitap okuma özürlü" bir okura bile 3 gün gibi bir rekora imza attıran kitabın başarısını anlatmak için fazla söze gerek yok sanırım. Bunları yazmadan önce interneti taradığımda, bu kitabın ayrıca Şensoy'un ilk erotik romanı olduğunu da öğrendim. Zaten şüphelenmiştim okurken ama pek de konduramamıştım. Abartılacak kadar olmasa da bazı bölümlerinde seviyeli bir cinsellik var kitapta ama bence asıl konuşulması gereken bundan daha ziyade akıcı üslubu olmalı yazarın. Üstadın ellerine sağlık diyoruz ve şiddetle tavsiye ediyoruz .30 Temmuz 2007 Pazartesi
Bay Angelo'yu takdimimdir...
19 Temmuz 2007 Perşembe
Neden ağlıyorsun yavrum?
Sanırım kendileriyle tanışmam ilkokula başladığım yıllarda Fatma Teyze'nin evinde zorunlu misafirliklerimden birinde olmuştu. Tam anlayamamıştım neden ağladığını ve neden resmedildiğini o zaman tabi. Ağlayacak ne vardı ki hem? Golden sakız, Tipitip, Tüp Chokella, Şeker Kız Candy, telli arabalar, Mekap ayakkabı, majorette, matchbox (babam yurtdışından getirmişti-havam batsın), kartal uçurtma, şemsiye çikolata yani kısaca ne istesek vardı hayatta. Acaba parası mı yoktu alacak? Belki de. Portresini yaptırmaya yetecek kadar vardı demek ki yaptırmış. Oh olsun! Harcamasaydı öyle şeylere. N'apalım? Kendi düşen ağlamaz. Yoksa düşüp dizlerini mi yaralamıştı. Ufff! ne de acır. Çok iyi bilirim. Ama en keyifli kısmı kabuk bağladıktan sonrasıdır. Hiç kendiliğinden düşen kabuğum olmadı herhalde. Yuttuğum dişim de. Çok kiremitleri çatlattım ben o dişlerle. 16 Temmuz 2007 Pazartesi
Yaz geldi. Ruhlar bile sarhoş!
İnternet acaip bir icat dostlar. Yani insanın karşısında ne zaman ne çıkacağı pek belli olmuyor. Siz "bi arkadaşa bakıp çıkacam" edasıyla ortalıkta dolaşırken, hayatınızın akışını değiştirecek -abartmak güzeldir- bir albümle karşılaşıveriyorsunuz birdenbire. İşte "Drunksouls" da böyle bir grupmuş meğer. Dinlemeye başlayınca durmak mümkün değil. Love is not the feeling that keeps me alive
By my side (you) won't have conversation
In your eyes (I) can see your illusions
Hate is not the feeling that keeps me alive
You’re fancying destructive passion
In your eyes (I) can see your illusions
You re losing your time babe
Hate is not the feeling that keeps me alive
Hate is not the feeling that keeps me alive…
12 Temmuz 2007 Perşembe
Karşı Pencere - La Finestra di Fronte (2003)
Ferzan Özpetek'in 2003 yılında gösterime giren filmi, izleyenleri gerek etkileyici senaryosu gerekse başarılı oyunculuk ve yönetmenlik tekniğiyle büyülemişti. Başrollerini Giovanna Mezzogiorno, Raoul Bova ve Massimo Girotti'nin paylaştığı film, dokuz yıldır evli ve iki çocuklu genç bir kadın olan Giovanna ile kocası Filippo’nun tesadüfen yolda yaşlı bir adamla karşılaşmalarıyla başlıyor. Hafızasını kaybeden yaşlı adamın hayatlarına girmesiyle genç kadının da yaşamı değişiyor. Evliliği pek yolunda gitmeyen genç kadının karşı pencereden gözlediği komşusuna duyduğu platonik aşk ve yaşlı adamın geçmişten yansıyan kırık aşk hikayesi ikisinin de yaşamlarını etkiliyor.
Andrea Guerra'nın filmin müziklerindeki başarısı filmin önüne geçmiş bile denebilir. Zira, Giorgia'nın söylediği "Gocce di Memoria" filmle ve senaryoyla özdeşleşmiştir.

anılara sahip olmanın sırrı bu mu?
bu doğruysa kendimi daha güvende hissedeceğim.
çünkü asla yalnız kalmayacağımı bileceğim."
Wasabi aynı zamanda "Sınav" da demektir!
"Hayat bir sınavdır" sözünü ilk kez ne zaman duydum tam hatırlamıyorum ama kesin bildiğim birşey varsa; ne yazık ki; içerisinde bulunduğumuz şartlarda "Her sınav bir hayattır". Düşünsenize, ilkokula başladığınız günden bugüne kadar kaç "yerleştirme" sınavına girdiniz? İsterseniz hepbirlikte hatırlayalım. Benim ilk hatırladığım "Özel Okullar ve Anadolu Liseleri Sınavı" (1) sonra; artık varolmayan; "Parasız Yatılılık Sınavı" (2), hemen ardından "Askeri Liseler Sınavı" (3), Fen Liseleri Sınavı (4), "ÖSS" (5), "ÖYS" (6), tam da "Artık üniversiteli olduk, başka bir yarış kalmadı" dediğimiz anda karşımıza çıkan "LES" (7) ve son olarak da "KPSS" (8). Yani yaklaşık 24 yaşında bu sınav maratonunu tamamladıysak eğer yaşadığımız her 3 yılda 1 büyük sınava girmişiz. Tabi buna okuldaki sınavlarımızı dahil etmedim bile. Bu kadar büyük bir baskı altında gelecek kurma kaygısıyla koşturmaktan, hayatı yaşamaya fırsatımız kalıyor mu acaba? 60-70 yaşlarına geldiğimizde "en büyük başarımız" aldığımız yüksek puanlar mı olacak? ya da bunların ne kadar değerli olduğunu o zaman mı farkedeceğiz? Bilemiyorum. Sanırım önümüze bakmaktan ufukta olup bitenleri es geçiyoruz yine. Bugün de "önümüzde" açıklanacak "ÖSS" sonuçları var. Sonuçlara bir bakalım isterseniz, hayatı nasıl olsa yaşıyoruz bir şekilde. Doğru "kutuları" örnekte olduğu şekliyle "yumuşak kurşunkalemle" karalayarak geçen bir ömür. "Tercihlerimiz" doğru olsa da olmasa da...11 Temmuz 2007 Çarşamba
Putumayo nedir? Yenir mi? İçilir mi?
Bu Putumayo bağımlılığı bende, yeni bir tad arayışının doruğa ulaştığı dönemde hasıl oldu. Aslında, sonradan öğrendiğime göre 1993 yılında kurulmuş bir plak şirketi. Yeni bir oluşum değil yani. Amaç, dünya müziklerini insanlara tanıtmak. İşin aslı da 1975'de Dan Storper tarafından kurulan bir giyim şirketinden geliyor.
2002 yılında Putumayo Kids'i de kurarak faaliyet alanlarını genişletmişler. Benin tespit edebildiğim kadarıyla 100'ün üzerinde albüme imzalarını atmışlar. Hepsinin tadı birbirinden güzel. Özellikle yerel müziklerin yeni ritmlerle süslendiği albümleri "World Lounge" ve "A New Groove" benim favorilerim arasında. Ayrıca Putumayo Kids markasıyla da 12 albümleri mevcut
Peki bu albümleri nerede bulacaksınız? Öncelike http://www.putumayo.com/ dan satın almanız mümkün. Türkiye'de de D&R mağazalarında sınırlı bir bölümüne ulaşabildim.
Sıradan şeyler dinlemekten sıkıldım artık. "Yok mu bizi bu PopKültür'den kurtaracak İmdaaaaat!" çığlıkları atanlar için ilaç niteliği taşıyorlar.
Minnie Driver - Seastories
İyi bir aktris olduğuna çoğumuzun hemfikir olduğu Minnie Driver'ın 2007 yılında Seastories adlı albümü elime geçti tesadüfen. Dinlemeye başlamadan önce "acep ne menem bir sestir ki albüm çıkarmış?" soruları ilk şarkının dönmesiyle yerini hakedilmiş bir hayranlığa bıraktı. Özellikle Ryan Adams & The Cardinals eşliğindeki "Beloved" tam bir yol şarkısı olmuş. İnsanın dinlerken Bodrum'a Çeşme'ye uzanası geliyor gayr-ı ihtiyari."Cold Dark River" ise blues severleri kesin memnun edecek gibi gözüküyor. Vokal yeteneği tescilli Driver dinlerken insanı alıp götürüveriyor uzaklara... (üstelik ücretsiz)
"Beloved" dediğimde aklıma Natalie Merchant'ın "Beloved Wife" şarkısı geldi tabi. Vokaller birbirine oldukça yakın. Tabi gitar eşliğinde düzenlenmiş şarkıların birbirini anımsatması doğal. Eğer Minnie Driver'ı severseniz Natalie Merchant'la da tanışın derim.
Bunun en ekonomik yolu http://www.nataliemerchant.com/ . Sanatçının sitesinde albümlerinde yeralmış şarkılarını dinlemek mümkün. Tabi detayları başka bir yazı konusu...
Minnie Driver'a geri dönecek olursak: 12 şarkıdan oluşan bu eşsiz müzik ziyafetine katılmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Alaçatı'da dolunay
Değişen birşey yok... Frank amca kulağımda. Yine aynı şarkıyı söylüyor:
"That's life...."
Wasabi nedir?

“Japon Hardalı” da denilen ve bayır turpundan elde edilen yeşil renkli macun Wasabi öyle çalakaşık yenmez, yenirse insanın kulaklarından dumanlar, gözlerinden ateşler, saç diplerinden ter damlacıkları çıkar, nitekim çıkmış. Wasabi, zevke göre az veya çok az bir miktar olarak sushi sosuna (ki esasen soya sosudur) karıştırılır. Direk olarak sushi veya sashimi'nin üzerine konulacak olursa da bu miktarın abartılmamasında fayda vardır. Wasabi bir de birçok sushi tipinde pirincin üzerine balığı yapıştırmak için eser miktarda kullanılıyor.



